18 Haziran 2009 Perşembe

Basit bir hikaye

Lise yıllarında tanışmıştı çocuk onunla. Hazırlık ve Lise-1'i birlikte okumuşlardı. Önceleri salak olduğunu düşünür, ciddiye almazdı çocuk onu. Daha sonra ortak arkadaşlarının çok olduğunu fark etmişti. Diyaloga girmişti bu sebepten. Önyargıyla yaklaştığını anlamıştı. İyi biriydi ya da en azından o günler için öyle görünüyordu. Belirli bir samimiyeti aşmışlardı. Kanka olma yolunda ilerliyorlardı. Her akşam ev telefonundan birbirlerini arıyorlar, gün içerisinde neler yaşadıysalar onları anlatıyorlardı, ve üzerine yorumlar yapıyorlardı tabii. Ve bu ortalama 1 saatlerini alıyordu. Bazen 1 saati aştıkları da oluyordu (manyamış olmalılar). Çocuğun ev halkı da iyice kıllanmaya başlamıştı. Çocuğun sevgilisi olduğunu düşündüler ama hiçbir zaman bu yönde bir düşüncesi olmamıştı onların. Daha sonra eleman yabancı dil bölümünü tercih etti, kız ise sayısalı. Kızın sınıfı okul binasının en üst katındaydı, çocuğun sınıfı ise bir altlarında. Teneffüs olduğunda, soluğu onların sınıfta alıyordu eleman. Fazla samimiyet tez ayrılık getirir derler ama onlar her geçen gün daha bir bağlanıyordu birbirlerine. Bu süreçte ikisinin de birilerine aşık olduğu oluyordu. Kız kimseyle çıkmayı istememişti (o günlerde bu tabir çok kullanıyordu, şimdi liseliler ne diyor bilinmez) çocuğun takıldığı hatun kişiler oluyordu. Bunlar üzerine de konuşuyorlardı. Okuldaki bazı hocalar ve arkadaşlar samimiyetleri üzerine bazı can sıkıcı espriler yapsa da, alınmazdı onlar, dert etmezlerdi hiç bunu. Nihayetinde candan öte bir dostluklerı vardı. Ateşle barut yanyana duruyordu işte. Kim uyduruyordu ki böyle şeyleri? Günler böyle gelip geçerken üniversite sınavının akabinde, ikisi de farklı şehirlerde okumak için memleketlerini terk etmişti. Hala telefon, msn gibi iletişim araçlarıyla görüşüyorlardı. Yine birbirlerinin en büyük ilacıydı ama onlar. Çocuk onun için saklayıp, sadece ona anlatıyordu yaşadığı özel anları, tüm hissiyatlarını. Gıpta edilen bir dostluktu onlarınkisi. Öyle diyordu çevredekiler. Ateşle barutun yanyana durabileceğini kanıtlamışlardı. Bir erkek ve bir kız araya gönül meseleleri girmeden pekala dost olabilirdi.

Hikayemizin hatun kişisi lise yıllarını boş geçmesinin acısıyla belki de, üniversite sıralarında sevgililer ediniyor, kısa süreliğine aşık oluyor, daha sonra nedense bu kişilere güvenmediğini söyleyip onlardan ayrılıyordu. Bunların hepsini de hikayenin esas oğlanına olayların bitmesiyle anlatıyordu. Esas oğlan aynı anda kızın hem bir dönem sevgilisi olduğunu ve şimdi ise ayrıldıklarını öğreniyordu. "Sevgili yapınca bizi aramayı unuttun çakal", diyecek hali yoktu ya ona. Nihayetinde karşı cinsten biriydi o. Kırılabilirdi, aradaki samimiyete rağmen çocuğu yanlış anlayabilirdi. Çocuk bu şakaları yapmadı ona hiç. Kız ise tam tersi durumlarda, çocuğa kızıyordu. "Aramıyorsun beni, unuttun galiba", gibi laflar edip, laf sokuşturuyordu. Çocuk bir yandan sevgililerinin, bir yandan da bu hatunun tripleriyle uğraşmaktaydı. Zor idi çocuğun işi. Bir ara nasıl olduysa ikisinin de sevgilisiz kaldığı bir dönemde garip bir şey oldu. Kız nedense gelecek kaygıları üzerine konuşurken, "İkimiz de aradığımızı bulamayacağız sanırım, böyle giderse evde kalacağız canım" dedi. Çocuk gülümsedi sadece. Telefondaki ses tonu üzerinden kızın ciddiliğini anlaması zordu. Yüzyüze görüşmeleri bu yüzden daha çok seviyordu. Kız daha sonra, "Neyse ya, evde kalırsak aynı binadan iki farklı ev alırız. Sen bir katta, ben bir katta takılırız öyle. Ben sana yemek yaparım" demişti. Şakaya şakayla karşılık verme adına, oğlan gaza geldi, "Ne gerek var ya iki eve, aynı evde kalırız birilerini bulana kadar" deyivermişti. Bunu söylerken tedirgin olmadı değil. Bunca samimiyete rağmen kız bu sözüne kızabilirdi onun. Ne söyledim ulan ben! tedirginiliği kızın kahkalarıyla yerini sakinliğe bırakmıştı. Bu teklif kızın hoşuna gitmişti. Böylesi daha iyiydi. "İkimiz de böyle gidersek evde kalacağız canım" diye tekrar etti cümlesini. "Neyse, artık dediğin gibi aynı evde kalır, sonsuza dek yaşarız öyle.." demişti..

Esas oğlan bir öğrenci evinde, kız ise yurtta kalmaktaydı. Yapılan bazı msn görüşmelerinde, kız yurdunun atmosferini merak ettiğini söylüyordu çocuk. Kız ise ısrarla diğer arkadaşlarını videoda göstermek istemiyordu. "Ben sana yeterim canım ehehe" gibi şakalar yapıyordu. "Buradaki kızlar sana göre değil, ben sana hanım hanımcık bir kız bulacağım vakti gelince" deyip geçiştiriyordu esas oğlanın bu isteklerini. Çocuğun bir arkadaşı bu olayı duyduğunda, kızın çocuğu kıskandığını söylemişti. Çocuk, "Yok artık daha neler" diye tepki göstermişti bu yoruma.

Zaman ilerliyor, kızın garip istekleri ve davranışları artıyordu. Çocuk ısrarla yanlış yorumlamak istemiyordu yaşananları. Kız fotoğraflar yolluyordu çocuğa ve bunları çocuğun msn space'ine koymasını istiyordu. "Yahu ben bunları oraya koyunca ne olacak ki?" diye sormuştu çocuk. Kız ısrarlıydı ama. Çocuk kıramamıştı. Zaten onu kırmak bu hayatta yapacağı en son şeydi. Çocuk kızın fotoğraflarını msn space'ine koymuştu. Bunları böyle atmıştı ama altına ne yazacaktı, ya da bir şey yazmalı mıydı? Kıza bunu sordu. Kız ise cevap olarak, "Aşkım, hayatım, her şeyim" yazmasını istemişti. Her bir fotoğrafın altına bu yazılacaktı. Emir gibi algıladı çocuk bunu. O ana kadar başka bir şey düşünmemişti. Saf mıydı neydi? Fotoğrafları görenler ise doğal olarak garipsemişti durumu. Çocuğa soruyorlardı durumu, aramızda bir şey yok diyordu ama kimse inanmıyordu ona. Haklı sayılırlardı elbette. Bir erkek bir kızın fotoğraflarını albümüne koyup altına aşkım yazıyorsa, ortada samanlığın seyran olduğu bir durum olduğunun göstergesiydi bu durum. Aradan geçen birkaç ay daha buna benzer olaylar yaşandı. Çocuk çevresindeki kızların ve erkeklerin gazıyla hafiften gönlünü kıza kaptırmaya başlamıştı. Artık onu ararken heyecanlanıyor, ismi zikredildiğinde yüzü kızarıyordu. Kız bunları görmüyordu ama... Kız ise çocuğu aramayı kesmişti bu dönemlerde. Daha çok çocuk arıyordu onu ve sürekli muhabbet açmaya çalışan hep çocuk oluyordu. Kız ise yuvarlak cümleler kuruyor, pek bir şey anlatmıyordu hayatına dair. Eleman elbette ki saftı, ve hiçbir şeyden şüphe etmemişti o zamanlar.


Bir gün bayram tatilini fırsat bilip, memleketin yollarını tuttu çocuk. Gece yolculuklarını seviyordu, bir de cam kenarına oturmayı. Yine böyle bir gece yolculuğu yapıyordu sevdiği cam kenarındaki koltukta. Susurluk'ta verilen molanın ardından, uykusu gelmiyordu bir türlü. Mp3 çalarını açtı ve tesadüf müdür bilinmez, Haluk Levent'in Deli Gönül şarkısı çalmaya başladı. Zaten melankolik bir ortam için fırsat kollayan hikayenin esas oğlanı, şarkı sözlerinin de gazına gelerek kıza açılmaya karar verdi. "Yeter artık deli günül feryat et. Bir bakarsın düşlerin gerçek olur..."

Kız da tatil nedeniyle memlekete gelir diye düşünmüştü eleman. Mesaj attı ona, görüşelim dedi. Kızdan hayli geç bir yanıt geldi. Sınavları nedeniyle bayram tatili yapamayacağını ve memlekete gitmeyeceğini söyemişti. Çocuğun içinde patlamıştı her şey. Ama illa ki öyle ya da böyle anlatacaktı her şeyi. Kararlıydı. Bayram günü nasıl olduysa msn'de gördü onu ve yapılacak en mantıksız şeyi yaparak, kıza msn'de açılacaktı. Hani her zaman yüzyüze konuşmayı tercih ederdi? Ne alakaydı? O an için gaza gelmişti ve kıza açıldı. Kız şaşırmış taklidi yapıyordu her bir cümlesinde. Oğlan bunu yememişti elbette. Daha sonra kız "şaka mı yapıyorsun?" diye sordu, "çok yakınız ya, belki ondan böyle düşünüyorsundur bak", gibi abuk sabuk laflar etti. Çocuk ise, duygularının kesin olduğunu ve ona aşık olduğunu, onu çok sevdiğini söyledi. Hanidir böyle olduğunu anlattı ona uzun uzun. Kız kafasının çok karıştığını söyledi. Ve süre istedi ondan. Süre istediğine göre, kız bana dirseğini gösterecek diye düşündü çocuk. Ama bunca yıllık muhabbet ne olacaktı? İşte en önemli soruydu bu. İki gün sonra yine msn'de karşılaştılar. Çocuk kızdan cevap bekliyordu ama o sanki ısrarla bir şeyler yazmıyordu. Eleman daha fazla dayanamadı ve kıza cevabını sordu. Olumsuzdu cevap. Hatta kız daha da ileri giderek bundan sonra görüşmemeleri gerektiğini söylemişti. Çocuk şaşırdı. Bu olay üzerine konuşmadan, bunca yıllık geçmişi çöpe atan bu cümleye takılıp kalmıştı. Sokaktaki herhangi bir adam gibi davranıyordu kız ona! Son sözlerin bu mudur? diye sordu çocuk. Kız evet dediğinde ise, sadece "mutlu ol!" minvalinden bir laf edebildi çocuk ve kapattı konuşma penceresini. Çok şaşırmıştı. Onu arayıp neden böyle düşündüğünü sormak istedi, vazgeçti. Kendine gelmesi uzun sürmüştü. Çevresindeki herkes kızı ona soruyordu. Herkes onları birbirine yakıştırırken, çocuk artık bir daha hiç görüşmeyeceklerini ve aralarında geçen son olayı nasıl anlatabilirdi onlara ? İnsanlara, sadece onu birkaç haftadır göremediğini söyleyip geçiştiriyordu konuyu.

Aradan 2 yıl geçmişti. Bu süreçte çocuk onu unutmak için birilerine tutunmaya çalıştı. Bunu da yüzüne gözüne bulaştırdı. Sürekli dertleştiği kişiyi kaybetmekle kalmamış, belki de onu çok kırmıştı. Ama kız da onu kırmıştı. Yaptığı şeyler başka nasıl yorumlanabilirdi ki? Çocuk daha fazla dayanamadı ve bu olayı samimi olduğu kişilere anlattı. İnsanlar ona hak veriyordu. Böyle davranması doğaldı, herkes böyle yorumlardı zaten olayı. Bu sözler onu bir nebze olsun rahatlatıyordu.

Ne zaman memleketine gitse, kızı görmemek için türlü taklalar atıyordu. Onun kullandığı yol güzergahlarını tercih etmiyordu misal, gittiği kafelerin önünden dahi geçmiyordu. Lisedekilerin iftar davetlerine yahut herhangi bir eğlencesine gitmeden önce gelmesi muhtemel kişileri soruyor, onun adını duymayınca gönül rahatlığıyla katılıyordu bu davetlere. Uzun bir süre onu görmemişti. Mutluydu. Her şey normale dönüyordu. Askere gitmiş gelmişti çocuk. Bir arkadaş ortamında konu nasıl olduysa kıza gelmişti. Bir arkadaşı kızı gördüğünü ve nerede çalıştığını öğrendiğini söylemişti. Bunu duyduğu iyi olmuştu çocuğun. O mekanın önünden geçmemeyi tercih edecekti. Daha sonra kızın nişanlandığını hatta sonbaharda evlenme planları yaptığını duydu. Umursamadığını söyledi çocuk gülerek. Unutmuştu zira onu. Aradan çok kişi geçmişti hatta. Geriye dönmenin manası yoktu ama hala içi içini yiyordu çocuğun bir hususta. Neden böyle davranmıştı ona? Böyle bir muameleyi hak etmiş miydi? Süper giden bir dostluğu bozan kişi kızdı aslında. Çocuğun aklına gelmemesi gereken şeyi sokan o idi. Neden böyle yapmıştı? Sorular sorular...

Ve kızın söylediği söz kulaklarında çınladı, "İkimiz de böyle gidersek evde kalacağız canım. Neyse, artık dediğin gibi aynı evde kalır, sonsuza dek yaşarız öyle.." Çocuk tebessüm etti kızın bu lafını hatırladığında. İnsanlar garip diye düşündü, telefonunun kulaklığını kulaklarından çıkardı ve rahat bir uykuya daldı.

21 yorum:

Anonymous dedi ki...

bu olayın bu kadar detaylı olduğunu tahmin etmemiştim.

-kayser-

18 Haziran 2009 03:22
cihan dedi ki...

gene bir anti climax yaşattın bana... sonunun böyle olmasını beklemiyordum....

18 Haziran 2009 03:32
ERKUT dedi ki...

Uzun lakin bir solukta geçip giden beni kendi geçmişimden bazı sahnelere uçuran ve ne yazık ki içi burkan bir yazı.Ben nu konuda tek şeyi dütur edindim. '' yaşanan zamanın tadını çıkar , Geçmişi sorgulamakla harcama yaşadığın anı ''

18 Haziran 2009 03:32
futbol muhalifi dedi ki...

farklı yer, zaman ve insanlar ama hep aynı olay.

18 Haziran 2009 04:12
Anonymous dedi ki...

kız milleti.. çocuk hala seviyor galiba..

18 Haziran 2009 05:11
Anonymous dedi ki...

kusura bakmazsanız 1 sorum olacak, hocam daha okumayı bitirmedim ama, sürekli narrator ve point of view değişiyor. bazen 1. şahısken bazen 3'e dönüyoruz.

tarik

18 Haziran 2009 05:28
Anonymous dedi ki...

Şimdi bitirdim. hiç bu tür yorum yapmam da; güzelmiş.

tarik

18 Haziran 2009 05:57
Ortega dedi ki...

Tarık,

Güzel bir noktaya değinmişsin. Hikayeyi önce 1.tekil şahısın ağzından, daha sonra vazgeçip 3. tekile döndürmeye karar verince, öyle garip bir şey çıkmış ortaya. Düzeltmeye çalışacağım. Okuldan hocalar bu yazımı görse, diplomamı geri alırlar mı acep :)

1. adsız,

Çocuk onu eski bir dost olarak hala sevmekte sanki.

18 Haziran 2009 06:12
Anonymous dedi ki...

ortega,

bir ell mezunu olarak gözden kaçırmak mümkün değil maalesef. bir de sanırım manisa'da okumuşsun liseyi; eğer öyleyse o kızı tanıyorum :) selamlar.

tarik

18 Haziran 2009 07:04
Ortega dedi ki...

Çok gizemliyiz. Merak ettim kimliğinizi :)

18 Haziran 2009 07:10
Anonymous dedi ki...

- dosta aşık olmak -

her şey güllük gülistanlık gitmektedir aslında. aklınızda kız arkadaşınızla herhangi bir ilişki düşüncesi yoktur. saatlerce oturup birbiriyle alakasız konulardan konuşursunuz. canınız sıkkınken yanınızda o vardır; o üzgünken siz onun yanı başındasınızdır. sonra bir münasebetsiz gelir ve aranızda bir şeyler mi var diye sorar. hayır dersiniz önce. sadece arkadaşsınızdır. münasebetsiz üstelemeye devam eder: iyi ama birlikte çok fazla vakit geçiriyorsunuz. aynı anlamsız cevapları sıralarsınız ardı ardına.
gece yatağınızda uzandığınızda, münasebetsizle yaptığınız konuşma gelir aklınıza. daha önce hiç düşünmediğiniz bir şeydir bu. ama akla girer girmez tüm benliğinizi kaplamaya başlar. önce geceler boyu hayaller yaratırsınız kafanızda, sonra kalbinizde hissetmeye başladığınızı fark edersiniz. yanılsamadır aslında bu ama size olduğundan daha da gerçek gözükür o anda.
siz tam açılma planları yaparken, kızın bir talibi çıkar ve adamın peşine takılır gider. bu andan itibaren, sadece düşünceler değil, acı da eklenir yaşamınıza. gerçekten aşık olduğunuzu kanıtlarsınız kendinize böylelikle. sevgilisinin, kızın hayatının merkezi olmasına yavaşça şahit olursunuz; sizin rolünüz yokmuş gibi gelir artık. beraber geçirdiğiniz zamanlar azalır ama üzüntüsünü de sevincini de paylaşmak için koştuğu insan sizsinizdir. onun anlattıklarından sanal bir dünya yaratırsınız kafanızda. geceleri bu düşünceler dolaşır kafanızda. sevgilisinin yarattığı mutlulukları görmezden gelip, hatalarını büyütürsünüz. bir zaman sonra, düşündükleriniz gerçek olur ve arkadaşınız mutluluk yerine, üzüntüsünü anlatmaya başlar çoğunlukla. “neden”le başlayan cümlelerine verecek cevabınız yoktur ama içinizden “ben olsam”lı cümleler kurarsınız. onu gerçekten tanıyorsunuzdur, nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini, bir ilişkiden ne beklediğini bilirsiniz çünkü. bir insanı tanımanın ne demek olduğunu iyice düşünmeden söylersiniz bunu. fakat tüm olumsuzluklarına rağmen arkadaşınız sürdürmeye çalışır ilişkiyi. kahrolursunuz.
tam da bu zamanlarda televizyonda ilişkiler ve aşk üzerine ahkam kesenler çıkar, yangına körükle gitmek misali. uzmanların hepsi ağız birliği etmişçesine, ilişkilerdeki iletişimin önemi ve çiftlerin aynı zamanda birer dost olmaları gerekliliğini söyler dururlar. çıldırırsınız. siz de böyle değildir çünkü. cicili bicili, meg ryan’lı filmler yayınlanmaya başlar inadına. hepsi de mutlu sonla biter. sizin hikayeniz haricinde her şeyin mutlu sona ulaştığını zannedersiniz.
gerçek bu değildir tabi. uzmanlar da temelini atmadan anlatmışlardır ilişkileri. dostluğunuzdan bir aşk yaratmak yerine, aşkınızdan bir dostluk yaratmanız gerekmektedir. tüm düşünceler gelişir ve anlarsınız. anladığınız da ise, arkadaşınız artık ne dostunuzdur, ne de sevgiliniz.

(jellicle, 07.04.2004 03:42 ~ 10.12.2008 00:11)
@59201

18 Haziran 2009 07:23
Anonymous dedi ki...

ortega,

Tarık benim adım. Ell mezunuyum, bloguna birkac kere goz attigimdan aklimda senin de oyle oldugun kalmis ki bu da
sonucta ilgimi ceken bir sey. Sanirim manisalisin derken o da aklimda blogdan kalmis olmalı; ben de DCAL mezunuyum maalesef. e benzer seyleri de yasadim tabii.. senin konunda bir baska yaziyi okudugumda da cok begenmistim. paylasiyorum hatta:
- dosta aşık olmak -

her şey güllük gülistanlık gitmektedir aslında. aklınızda kız arkadaşınızla herhangi bir ilişki düşüncesi yoktur. saatlerce oturup birbiriyle alakasız konulardan konuşursunuz. canınız sıkkınken yanınızda o vardır; o üzgünken siz onun yanı başındasınızdır. sonra bir münasebetsiz gelir ve aranızda bir şeyler mi var diye sorar. hayır dersiniz önce. sadece arkadaşsınızdır. münasebetsiz üstelemeye devam eder: iyi ama birlikte çok fazla vakit geçiriyorsunuz. aynı anlamsız cevapları sıralarsınız ardı ardına.
gece yatağınızda uzandığınızda, münasebetsizle yaptığınız konuşma gelir aklınıza. daha önce hiç düşünmediğiniz bir şeydir bu. ama akla girer girmez tüm benliğinizi kaplamaya başlar. önce geceler boyu hayaller yaratırsınız kafanızda, sonra kalbinizde hissetmeye başladığınızı fark edersiniz. yanılsamadır aslında bu ama size olduğundan daha da gerçek gözükür o anda.
siz tam açılma planları yaparken, kızın bir talibi çıkar ve adamın peşine takılır gider. bu andan itibaren, sadece düşünceler değil, acı da eklenir yaşamınıza. gerçekten aşık olduğunuzu kanıtlarsınız kendinize böylelikle. sevgilisinin, kızın hayatının merkezi olmasına yavaşça şahit olursunuz; sizin rolünüz yokmuş gibi gelir artık. beraber geçirdiğiniz zamanlar azalır ama üzüntüsünü de sevincini de paylaşmak için koştuğu insan sizsinizdir. onun anlattıklarından sanal bir dünya yaratırsınız kafanızda. geceleri bu düşünceler dolaşır kafanızda. sevgilisinin yarattığı mutlulukları görmezden gelip, hatalarını büyütürsünüz. bir zaman sonra, düşündükleriniz gerçek olur ve arkadaşınız mutluluk yerine, üzüntüsünü anlatmaya başlar çoğunlukla. “neden”le başlayan cümlelerine verecek cevabınız yoktur ama içinizden “ben olsam”lı cümleler kurarsınız. onu gerçekten tanıyorsunuzdur, nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini, bir ilişkiden ne beklediğini bilirsiniz çünkü. bir insanı tanımanın ne demek olduğunu iyice düşünmeden söylersiniz bunu. fakat tüm olumsuzluklarına rağmen arkadaşınız sürdürmeye çalışır ilişkiyi. kahrolursunuz.
tam da bu zamanlarda televizyonda ilişkiler ve aşk üzerine ahkam kesenler çıkar, yangına körükle gitmek misali. uzmanların hepsi ağız birliği etmişçesine, ilişkilerdeki iletişimin önemi ve çiftlerin aynı zamanda birer dost olmaları gerekliliğini söyler dururlar. çıldırırsınız. siz de böyle değildir çünkü. cicili bicili, meg ryan’lı filmler yayınlanmaya başlar inadına. hepsi de mutlu sonla biter. sizin hikayeniz haricinde her şeyin mutlu sona ulaştığını zannedersiniz.
gerçek bu değildir tabi. uzmanlar da temelini atmadan anlatmışlardır ilişkileri. dostluğunuzdan bir aşk yaratmak yerine, aşkınızdan bir dostluk yaratmanız gerekmektedir. tüm düşünceler gelişir ve anlarsınız. anladığınız da ise, arkadaşınız artık ne dostunuzdur, ne de sevgiliniz.

(jellicle, 07.04.2004 03:42 ~ 10.12.2008 00:11)
@59201

18 Haziran 2009 07:23
Ortega dedi ki...

DCAL'lıysan ortak arkadaşlarımız vardır belki :D

Bu arada yazı da güzelmiş.. Teşekkürler.

18 Haziran 2009 08:11
haan dedi ki...

msn space in altına yazılan "aşkım , bitanem" yazıları 2. erkeği kıskandırmak amaçlı olduğu kesin..
erkekten en azından kızın okuduğu şehire gitmesini beklerdik, teknolojik icatlarla ayrılmak yarar insanı.

18 Haziran 2009 12:49
Anonymous dedi ki...

Toplumdaki genel algının aksine biz erkekler korkarım ki kadınlardan çok daha duygusalız ve aşka onlardan çok daha fazla anlamlar yüklüyoruz (seks ayrı bir konu onu ayrıca tartışmak lazım) fakat gerek yetiştirilme tarzımız gerekse etraftan duyacağımız olumsuz tepkilerden çekinmemiz sebebiyle "bişey yok gözüme toz kaçtı sadece" tadında geçirmekteyiz yaşadığımız herşeyi; ömrümüz birşeyleri içimize atmakla geçiyor. Yazı çok güzeldi, keyifle okudum ellerinize sağlık,

M.G.

18 Haziran 2009 13:15
adozzi21 dedi ki...

bunun devamı olmalı ama :)

18 Haziran 2009 18:52
tarik dedi ki...

Sen de FALlisin o halde :) Zaten genelde kaçınılmaz birşey bu, burda okuyan FAL ve DCAL mezunu olmayan arkadaşım yok pek :)

18 Haziran 2009 21:21
Derya dedi ki...

insanı karalamaya özendiren bi yazı olmus:)

19 Haziran 2009 01:27
rasim dedi ki...

O kulaklıkla ben de bir şeyler dinledim zamanında :)

19 Haziran 2009 01:47
Ortega dedi ki...

Tarık,
sağ tarafta mail adresim var. Oradan ulaşsana bana...rica etsem :)

19 Haziran 2009 04:59
Anonymous dedi ki...

hakkaten hassan yaa :( cihan a katiliorum bu sonu beklemiyordum..en azindan bir kizin bu kadar tutarsiz olabilecegine inanamiyorum...

ama kaybeden sen degilsin rahat ol...

tubiss

26 Haziran 2009 05:10

Yorum Gönder