Hani bazı adamları hiç sevemezsin ya, işte öyle bir şey!

Güiza çamaşır makinası değildir, Güiza bulaşık makinası da değildir. Binaeleyh, Güiza bir makina değildir...

Tribün Dergi'de bir konu vardı, "Güiza Çamaşır Makinası değildir" başlıklı. Onu görünce çağrışım yaptı.. Bir de, bir türlü sevemedim bu adamı yahu. Zenit'in teklifini kabul etsek keşke, diye dualar ettiğimi itiraf etmeliyim.
Read More

Eni veci vokke

Sene kaçtı bilmiyorum. Amiga'da Michael Jackson oyunu oynuyorduk paso. "Moonwalker" idi oyunun adı, dileyen oyunu şuradan indirebilir. Ama bilmem, o vakitlerdeki zevki verir mi hala? O oyun geldi dün gece Michael'ın ölüm haberini televziyon ekranlarında ilk gördüğümde.

Ne zaman Michael Jackson için, "çocukluğumun kralı" desem, bu yorumumu abartılı bulanlar olmuştur. Yaşım 25. Michael aslında 30-40 yaş aralığındaki kişiler için daha bilindik bir stardır. Evet. Buna kabülüm ama ben de kendimi bildim bileli, MJ'nin şarkılarına aşinayımdır. Buna sebep olarak, benden yaşça büyük olan kuzenlerimin onu sürekli dinlemesini ve de sokaklarda söylenen "Michael Jackson, Madonna bir numara, gir çuvala, salla salla vur duvara" şeklinde çocuk tekerlemesini gösterebilirm. Ve bir de girizgahta bahsettiğim Moonwalker oyununu.

Michael Jackson popun kralıdır, efsanedir. Onun gibisi bir daha gelmeyecektir bence. Kimse onun gibi dans edemeyecektir misal. Şu aşağıdaki kısa video bile yeterlidir bu savı öne sürmeye.



Onun dans edişinde bana en ilginç gelen yan ise şudur; MJ arkasındaki dansçılarla ahenk içerisinde dans etmektedir. Birden gruptan ayrı takılmaya başlar. Oraya buraya koşar. Kendince bazı hareketler yapar. Daha sonra hiçbir şey olmamış gibi tekrar yerine döner ve arkasına hiç bakmadan, tekrardan gruba dahil olup, dansına devam eder. Kimilerine göre bu basit gelebilir ama benim gibi faniler için, mükemmel bir şey işte.

Bir yorum gördüm ölümünün üzerine, şöyle yazmış yorumu yapan; "Müzigi geçtim, şu adam gibi dans edebilen profesyonel dansçı bile zor bulunur herhalde. Adam 50 yaşında Usher ile yanyana dans ederken bile yaş ne olursa olsun ben popun kralıyım diyordu." Anlatmak istediğim buydu işte.

O bir dünya starıydı. Attığı her adım, yaptığı her şarkı olay olan biriydi. Hastalığı, ten rengi ve olaylı hayatı üzerine saatlerce konuşulabilir belki ama bu yazı da onlardan bahsedesim yok hiç. Zaten onlarla ilgili yıllarca yazıldı çizildi. Gerek yok şu an.

Michael'ın ölüm haberi üzerine, onun hakkında herkes 3-5 kelam edebiliyorsa, bu onun ne denli büyük bir star olduğunun göstergesidir. MJ'nin ölümü, elbette bizi biraz duygusallaştırdı. Onun ölümü bizi aydınlama seanslarına sokmadı, yanlış anlaşılmasın. Hepimiz bir gün bu diyarı terk edeceğimizin farkındayız. Sadece bizleri çocukluk günlerimize götüren isimler ve olaylar vardır. Michael Jackson da bu isimlerin başında gelmekte. Bu sebeple çocukluğumuz ve Michael'lı yıllarımız aklımıza geldi. Bu bağlamda duygusallaşmak, üzülmek kadar doğal bir şey olamaz.

Kendi adıma konuşacak olursam, geriye bir Madonna kaldı. O da gittiğinde, bir dönem için benim için bitmiş demektir.

Başlıkta Smooth Criminal şarkısında yıllardır ülkemizde yanlış anlaşılan söze gönderme oldu. Sabahtan akşama kadar kasetten Michael dinlerken, "eni vecci vokke" diye çıldırdığımızı dün gibi hatırlarım. Gerçi biz bir ara bu sözü "tenekeci bokke" diye uydururduk ama daha sonra abilerimiz gibi "eni veci vokke" diye yanlış anlamaya başlamıştık.

Her fani ölümü tadacaktır. Michael da gitti. Onun ardından bu yazı yazılmalıydı. Çocukluğumun en önemli figürlerinden biri için yazmam lazımdı. Yoksa kendimi garip hissederdim.

Yazının sonunda en sevdiğim Michael şarkılarından biri olan, Billie Jean'i koyayım...

Read More

Muratgilin damından atlayamadım

Bugünlerde Şafak Sezer hayranlığı üst safhalara ulaştı bende nedense. Eskiden de severdim elbette ama artık reklam filmlerinde zırt pırt karşımıza çıkmasından mütevellit herhalde.

Kaliteleri üzerine sayfalarca yorum yapılabilecek türden olan Kutsal Damacana ve Kadri'nin Götürdüğü Yere Git filmlerine bakıyorum ara sıra can sıkıntısından. Favori sahneleri tekrar tekrar izleme, millete paslama "abi, bak şu sahne süper, izle" gibi hadiselerle geçiyor günlerimiz. Acımayın bana entel okurlarım :)

Neyse aşağıdaki video son günlerde tekrar tekrar izlediğim sahnelerden biri. Kutsal Damacana filminden.

"Muratgilin damından atlayamadım, aylaktumuvit muvit
"

Read More

Joshua Simpson Manisaspor'da

Sinan Engin'i önce menajerliğe getirerek hayal kırıklığına sebebiyet veren Manisaspor yönetimi; daha sonra Engin'den vazgeçerek olumlu bir harekette bulunmuştu. Ne var ki, takımı tarihinde 2.kez (ve yine tabii) Süper Lig'e taşıyan Levent Eriş'le de yollarını ayırdılar. Olaylı ilgili türlü türlü yorumlar var. Şimdilik bu mevzuya hiç değinmeyelim.

Bu ayrılığın ardından ortaya Samet Aybaba, Raşit Çetiner gibi isimler atılmıştı. Bir de Mesut Bakkal. Bu üçlü arasında en uygun olanı şüphesiz Mesut Bakkal idi. Samet Aybaba ve Raşit Çetiner ikilisinin Manisaspor ve Türk futboluna verecekleri yeni şeyler olduğunu düşünmüyorum. Bir dönem Ersun Yanal'la çalışmış olan Mesut Bakkal'dan ise hala ümitliyim. Oynattığı futbolun sertliği üzerine eleştiriler çok olsa da, bu üçlü arasında başarılı olmaya daha yakın bir isimdir Mesut Bakkal. En azından hala bu izlenimi veriyor bana.

Manisaspor başkanı geçenlerde bir açıklama yapmış. Ligi ilk 5 içine tamamlama hedeflerinden bahsetmiş. Transfer yaparak bir yere varmak her şey değildir ama Manisaspor'un şu anki kadrosu da Süper Lig için yeterli değildir. Kenan Yaralı'nın bunun farkında olmaması ise gariptir. Bir de Ferhat'ı Trabzonspor'a kaptırarak mevcut kadrolarındaki bir kişiyi daha kaybettiler. Ayrıca genç kaleci Ufuk ve Sezer'in isimleri de sürekli transfer kulislerinde dönmekte. Onlar için ne düşündükleri de muaama hala.

Tüm bu yorumlarımızın yanına ek olarak bugün geliştiği iddia edilen bir transferden bahsedelim. Manisaspor ilk resmi transferini bugün yapmış. Ajansspor'un haberine göre Kanadalı Joshua Simpson ile anlaşmışlar.

Simpson orta sahanın solunda görev yapmakta ve 26 yaşında. Haberde şöyle tanıtmışlar oyuncuyu; 2004 yılında Millvall takımına transfer olan Joshua Simpson, iki yıl burada oynadıktan sonra Almanya'nın Kaiserslautern takımına transfer oldu. Kaiserslautern'de forma giydiği 60 maçta 12 gol atan Simpson, Kanada Milli Takımı'nda 19 kez forma giydi.

Sözleşme imzaladıktan sonra Milli Takım kampına katılmak üzere ABD'ye uçtuğu söylenmiş. Haberin resmi kaynaklarca teyid edildiğini görmedim henüz, ama medyada detaylı olarak işlendiğine göre doğru olmalı. Manisaspor'a hayırlı olsun.
Read More

Özgür Çek demişken sormak gerek

Millet şu an Sercan Yıldırım'ı konuşuyor bizim cephede ama ben birkaç gündür yazamadığım, hatırlatamadığım bir şeyin derdine düşmüş durumdayım. Geçen hafta bir arkadaş blogunda değinmişti birkaç cümleyle. Ben kendi cümlelerim yerine, sözü Fenerbahçe Spor Kulübü resmi sitesine bırakıyorum. Daha vurucu olmak adına.. İşte sitedeki 27 Şubat 2009 Cuma tarihli haber;

"...Törende öncelikle söz alan Asbaşkanımız Şekip Mosturoğlu, Özgür'ü yetiştiren ailesine ve hocalarına teşekkür ettiği konuşmasında şunları söyledi: "Sizlere daha önce Abdülkadir'in imza töreninde birkaç genç arkadaşımızı daha transfer edeceğimizi söylemiştim. Bugün, gençleştirme projesiyle ilgili bir adım daha atıyoruz. İlk örneği Özgür Çek. Altyapımızda yetişen genç arkadaşımız, Pazartesi günü A Takım'la birlikte antrenmana çıkacak. Yetenekli genç futbolcuları kulübe kazandırma amaçlı projemiz devam edecek. Özgür'ün babası Kadir Bey'e, Altyapıdan sorumlu yönetim kurulu üyemiz Ömer Temelli'ye ve Altyapı Koordinatörümüz Şenol Çorlu'ya teşekkür ediyorum. Kendisinin üst düzeyde önemli bir futbolcu olacağına inanıyorum ve ona 'Hoş geldin' diyorum"

Altyapı Koordinatörümüz Şenol Çorlu ise öğrencisi hakkında şunları söyledi: "Genç ve yetenekli arkadaşlarımızı kulübümüze kazandırmak öncelikli hedefimizdi. Bu hedefimizi birer birer gerçekleştiriyoruz. Özgür, kişiliğiyle, karakteriyle ve yeteneğiyle uzun yollar Fenerbahçe'ye hizmet edecektir. Kendisinden sonra gelecek arkadaşlara da örnek oluşturacaktır.


...İmza atan yeni transferimiz Özgür Çek de son olarak söz aldı ve "Beni buraya layık gören Başkanımız Aziz Yıldırım'a ve Yönetim Kurulu'na teşekkür ediyorum. Bana olan güvenlerini boşa çıkarmayacağım. Bu formanın ne kadar büyük olduğunu biliyorum. Ve karşılığını vereceğime inanıyorum. Roberto Carlos benim örnek aldığım bir futbolcu. Onunla aynı takımda olmak ve idmanlara çıkmak çok heyecan ve gurur verici." dedi.

***

Özer Hurmacı'nın transferini duyuran medya organları ne yazmıştı? Fenerbahçe, Özer Hurmacı'ya karşılık 4.2 milyon Euro ile İlhan Parlak ve genç futbolcu Özgür Çek'i vermeyi kabul etti.

Şayet bir şeyler kaçırdıysam cahilliğime verin. Bu haber ilk çıktığında Özgür Çek'in verilemeyceği söylenmişti. Daha sonra sordurdum bunu birilerine, böyle bir şeyin olmadığı söylendi. Madem öyle, bu sefer de şunu soralım; bu ne perhiz be birader? İlla orada pişip, milyonluk bonservis bedeline ulaşması mı gerekiyor bu adamın A takımda Fenerbahçe formasını giyebilmesi için? Hakkında onca övgü varken, milli takımlardaki başarıları ve memlekette zor bulunan bir mevkide oynuyor olmasına rağmen neden gönderdi Fenerbahçe bu çocuğu? Altyapı koordinatörü Şenol Çorlu şu an ne düşünüyor acaba? Yahut Özgür'ün gönderilmesine tepki verebilmiş midir? Veremediyse, o zaman ne diye o koltuğu meşgul ediyor? Şekip Bey'le ilgili bir şey demek istemiyorum. O apayrı bir yazı konusu zaten.
Read More

Sherlock Holmes posterleri


Guy Ritchie imzalı Sherlock Holmes'ten yeni posterler...
Read More

Sivasspor'a yeni mentor

Geçtiğimiz sezon şampiyonluğu son anda kaybeden Sivasspor cephesi işi bu sefer sıkı tutuyor. Oynadığı futbolla taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanan Yiğidolar'ın hocası Bülent Uygun aranan kanı bulduklarını iddia etti.

Baron adlı kangal cinsi köpeğin gelmesiyle, geçtiğimiz sezon yaşadıkları psikolojik eksikleri bu yıl yaşamayacaklarını savunan Bülent Uygun, "Baron işinin ehli biri. Takımımızın yeni mentörüdür. Bizim ona güvenimiz tam. Sivas halkı da gereken desteği versin" dedi.

Sivasspor'un antremanına katılıp, oyuncularla tanışan Baron ise konuşmamayı, bunun yerine daha çok havlamayı tercih ederken. Futbolcularla yakından ilgilenen Baron'un, "Beyler bu sezon çok daha farklı olacak. Gevşemek yok. Ciddi olacağız. Yoksa tepenize binerim" dediği öğrenildi.


Not: Türk Spor basınıymışcasına yardırdık..kusurumuz varsa, o da bu sıcaklardandır, affola...
Read More

Cobie Smulders

Kral sensin Cobie,
İstersen olur tabii..


Read More

Taraftarlar Arası İletişim: Sataşmak & Takılmak



"Bir kimseyi rahatsız edecek davranışta bulunmak, musallat olmak." şeklinde bir açıklama geliyor TDK sözlüğünde sataşmak kelimesi için.

Takılmak daha kibar, daha masum her zaman. Takılmanın da bir rahatsız edici durumu var belki ancak tadında ve espirili olanı makul. Zaten TDK da "Kızdırmak, üzmek, şaşırtmak amacıyla şaka yollu konuşmak." diyor takılmak kelimesi için.



Ülkede futbol seyredilmiyor; yaşanıyor. Sabah kalkıp gazeteye bakıyoruz. Gündem olayları "şöööylesine" bir okunuyor ancak spor sayfaları satır satır inceleniyor genelde. Yalan değil, ben de öyle yapıyorum genellikle. Bunun eleştirilecek yanı çok ama hangimiz engel oluyor ki kolay kolay? Neyse sosyal mesaj vermeden konuya dönelim. Futbolun böylesine yaşandığı ve taraftarlığın hayati öncelik taşıdığı bu sistemde en kilit nokta: Taraftarlar Arası İletişim...



Gün geliyor birbirimizi vuruyoruz, gün geliyor sadece sözlü sataşıyoruz, gün geliyor sadece takılıyoruz. Hayatımda tanımadığım bir insanla kavga etmeyi sevmem, istemem. Her zaman karşımdaki insana "bana ne katabilir?" diye yaklaştım. Kısacık hayatımda edindiğim temel prensiplerimden en önemlisi. Haddimi aşmak istemem ama herkese tavsiyemdir. Neyse, konu kaçıyor yine...



İletişim artık çok kolay. İstediğimiz ya da istemediğimiz her kişiye rahatça ulaşıyoruz. Tabii taraftarlar arasında da bu oluyor. Peki sonuçları: Tamamen olumsuz! Eskileri bilmem ancak duyduklarımdan yola çıkarak bildiğim: Eskiler daha çok "takılmak" ile yetinirmiş. Mahalle kültürü falan, herkes kimin ne takım tuttuğunu biliyor; ona göre takılıyormuş birbirine. Şimdi ise olay başka boyutta. Mahallede kim ne takım tutar sadece şampiyon taraftar bayrak asınca anlıyoruz. Muhabbetimiz zaten yok. Bu "takılmak" meselesi biraz da ihtiyaç. Kolay mı, tüm sene sabretmişsin ve şampiyon olmuşsun; biraz da eğlencesi çıksın istiyorsun. Güzel de nereden bulacaksın eğlenceni. Giriyorsun internete, ortak bir ortamda başlıyorsun birilerine takılmaya. Sonra hızını alamıyorsun... E ismin cismin belli değil zaten. Elinin altında klavye, kablolar iletsin her şeyi; ağzından çıkanın ne önemi var! Başlıyorsun sataşmaya. Yer yer olayı anaya-bacıya-namusa getireni de oluyor. Sonra olay sokağa taşıyor bazen. Direk internetten sana bulaşan adam değil; herhangi bir taraftar. Alışmışsın ya internette rahat rahat sataşmaya, orada da sataşıyorsun; tadı kaçıyor: KAVGA!



Kesin bir yargı olarak söylemek zor ancak internet gibi kolay ve "sanal" iletişim yollarının kullanımı arttıkça ülke olarak "tadımız kaçıyor". Monitörlerin, klavyelerin arkasından bol keseden sallıyoruz. Sonra bir hastalık gibi sokağa, sokaktan vatandaşa, sonra kitlelere bulaşıyor...



Zamanında kavga yok muydu tribünlerde?



Var"dı/mış"...



Ama bu kadar kontrolsüzce olanını olduğunu zannetmiyorum.





Uzun lafın kısası: İnternet hızlandıkça olumsuz yönleri de hızlanıyor. İnternet'teki rahatlık ve gizlilik belki size zarar gelmesini engeller ancak bu rahatlık alışkanlığa dönüşünce işler değişiyor. Dediğim gibi; alışkanlık hâline gelince o "sataşma"lar sokakta yanlış yöne gidiyor. Bence takılmak herzaman en iyisi. Örneğin: Ortega'ya FTK finalinden sonra: "Hocam sen görmüş müydün son kupayı? (:"diye mail atmak.



Herkese sevgiler & saygılar.



misafir yazar: Bay Kerahet

***



Not: Bu güzel yazı için Bay Kerahet'e teşekkürler...
Read More

Sen de yaz!

by mcd

Daha fazlası için tıkla..
Read More

Özer Hurmacı

Duası kabul olmuş gibi görünüyor...
Read More

Karim United'a mı?

Ronaldo'yu Real'e satmak zorunda kalan, Tevez'i de takımda kalmaya ikna edemeyen Kırmızı Şeytanlar, acilen sağlam bir ismi kadrolarına katıp, taraftarının yüzünü güldürmek istiyorlar. Akla gelen ilk isim eski Galatasaraylı Frank Ribery. Ribery'i ancak astronomik bir teklif geldiğinde satacaklarını açıkladı Bayern cephesi malum.

Fransız oyuncunun yanında United için ismi en çok geçen diğer isim şüphesiz Karim Benzema. 21 yaşındaki oyuncu için United cephesi kesenin ağzını açmış gibi görünüyor (kesenin ağzını açmak, bkz.spor basınının sıkça kullandığı tabirler). Son birkaç gündür Ada basını hep bu yönde haberler yapıyor. The Daily Mirror'un bugünkü haberine göre United, Benzema için 30 milyon pound verecekmiş. Vay anasını arkadaş, dememiz lazım aslında. Ama öyle alıştık ki, bu yüksek meblağlara artık normal gelmeye başladı bu 30 milyonlar falan.

Ronaldo'nun Real'e gittiği, Tevez'in arkasına bakmadan kaçtığı bir ortamda, Benzema'ya tutunmak gayet mantıklı bir hareket. Transfer gerçekleşirse, Fergie'nin elinde daha bir değerlenir Benzema muhakkak. Bakalım önümüzdeki günlerde ne olacak? Belki de İspanya'dan bahsi geçen talipleri devreye girer ve milyonların -yine- havada uçuştuğu bir transfer harekatı izlemiş oluruz.
Read More

Tey Z - Akşam Gelen kim idi?


Kayseri underground gururla takdim eder..
"Senin baban onbaşı, benim babam yüzbaşı"
Read More

Liverpool's new third shirt for 09/10

Babalar günü hediyesi olarak alabilirsiniz bana..

Read More

Yaz bakalım


- Ya ne güzel böyle şeyler yazıyorsunuz, blog açıyorsunuz falan. Hep özenmişimdir yazmaya.
- Bu konuyu ben daha iyi yazarım var ya..
- Ben de aslında hep yazmak istiyorum ama blog açmak ve de güncellemek zor geliyor.
- Bir de ben yazayım da alem görsün!
- Ama illa futbol mu olacak, başka şeyler hakkında yazsam mesela...


diyenler; ataletinizi yenin! İstediğiniz herhangi bir konuda yazın, blogun mailine gönderin. Aralarından seçtiklerimi(zi) "Misafir yazar" kategorisinde yayımlayalım. Bir yerlerden başlamak gerek, öyle değil mi ama? Belki de içinizde ne cevherler var ama farkında değilsiniz. Siz gönderin, değerlendirmesi bize kalsın. Sürekli "biz" diyorum, kişesel bir blog burası elbette. Sadece o meşhur reklam cümlelerinden esinlendiğimiz için ve bir de sürekli "ben ben" demek beni rahatsız ettiği için öyle yazıyorum. Bunu ekip arkadaşları arama anlamında algılamayın ama bir de. Şimdilik öyle bir düşünce gündemde yok. Sadece yazılarını paylaşma konusunda cesaretini yenemeyen arkadaşları gaza getirmeyi amaçlıyoruz. Önce bu blogda yazarsınız, belki bir gün buradaki yazılarınız sayesinde Uçan Hollandalı'nın ekibine katılırsınız misal, kim bilir (heheh).
Uzun lafın kısası daha makbuldür. Sadede gelelim. Futbol, edebiyat, sinema, müzik yahut istediğiniz herhangi bir mevzuda yazın, elburrito23@gmail.com e-posta adresine gönderin. Gönderdiklerinizi incelemek ve aralarından seçtiklerimizi yayımlamak bize kalsın. Tabii blogun duruşuna uygun yazılar olmalı bunlar. Blogun duruşu derken, ilave açıklamaya gerek yoktur umarım. Yazı gönderecek olan kişiler, ne tarz bir blogu takip ettiklerinin farkındadırlar herhalde diye düşünmekteyim.
Yaz bakalım!
Read More

Öğlen babanın evde olması

Read More

Basit bir hikaye

Lise yıllarında tanışmıştı çocuk onunla. Hazırlık ve Lise-1'i birlikte okumuşlardı. Önceleri salak olduğunu düşünür, ciddiye almazdı çocuk onu. Daha sonra ortak arkadaşlarının çok olduğunu fark etmişti. Diyaloga girmişti bu sebepten. Önyargıyla yaklaştığını anlamıştı. İyi biriydi ya da en azından o günler için öyle görünüyordu. Belirli bir samimiyeti aşmışlardı. Kanka olma yolunda ilerliyorlardı. Her akşam ev telefonundan birbirlerini arıyorlar, gün içerisinde neler yaşadıysalar onları anlatıyorlardı, ve üzerine yorumlar yapıyorlardı tabii. Ve bu ortalama 1 saatlerini alıyordu. Bazen 1 saati aştıkları da oluyordu (manyamış olmalılar). Çocuğun ev halkı da iyice kıllanmaya başlamıştı. Çocuğun sevgilisi olduğunu düşündüler ama hiçbir zaman bu yönde bir düşüncesi olmamıştı onların. Daha sonra eleman yabancı dil bölümünü tercih etti, kız ise sayısalı. Kızın sınıfı okul binasının en üst katındaydı, çocuğun sınıfı ise bir altlarında. Teneffüs olduğunda, soluğu onların sınıfta alıyordu eleman. Fazla samimiyet tez ayrılık getirir derler ama onlar her geçen gün daha bir bağlanıyordu birbirlerine. Bu süreçte ikisinin de birilerine aşık olduğu oluyordu. Kız kimseyle çıkmayı istememişti (o günlerde bu tabir çok kullanıyordu, şimdi liseliler ne diyor bilinmez) çocuğun takıldığı hatun kişiler oluyordu. Bunlar üzerine de konuşuyorlardı. Okuldaki bazı hocalar ve arkadaşlar samimiyetleri üzerine bazı can sıkıcı espriler yapsa da, alınmazdı onlar, dert etmezlerdi hiç bunu. Nihayetinde candan öte bir dostluklerı vardı. Ateşle barut yanyana duruyordu işte. Kim uyduruyordu ki böyle şeyleri? Günler böyle gelip geçerken üniversite sınavının akabinde, ikisi de farklı şehirlerde okumak için memleketlerini terk etmişti. Hala telefon, msn gibi iletişim araçlarıyla görüşüyorlardı. Yine birbirlerinin en büyük ilacıydı ama onlar. Çocuk onun için saklayıp, sadece ona anlatıyordu yaşadığı özel anları, tüm hissiyatlarını. Gıpta edilen bir dostluktu onlarınkisi. Öyle diyordu çevredekiler. Ateşle barutun yanyana durabileceğini kanıtlamışlardı. Bir erkek ve bir kız araya gönül meseleleri girmeden pekala dost olabilirdi.

Hikayemizin hatun kişisi lise yıllarını boş geçmesinin acısıyla belki de, üniversite sıralarında sevgililer ediniyor, kısa süreliğine aşık oluyor, daha sonra nedense bu kişilere güvenmediğini söyleyip onlardan ayrılıyordu. Bunların hepsini de hikayenin esas oğlanına olayların bitmesiyle anlatıyordu. Esas oğlan aynı anda kızın hem bir dönem sevgilisi olduğunu ve şimdi ise ayrıldıklarını öğreniyordu. "Sevgili yapınca bizi aramayı unuttun çakal", diyecek hali yoktu ya ona. Nihayetinde karşı cinsten biriydi o. Kırılabilirdi, aradaki samimiyete rağmen çocuğu yanlış anlayabilirdi. Çocuk bu şakaları yapmadı ona hiç. Kız ise tam tersi durumlarda, çocuğa kızıyordu. "Aramıyorsun beni, unuttun galiba", gibi laflar edip, laf sokuşturuyordu. Çocuk bir yandan sevgililerinin, bir yandan da bu hatunun tripleriyle uğraşmaktaydı. Zor idi çocuğun işi. Bir ara nasıl olduysa ikisinin de sevgilisiz kaldığı bir dönemde garip bir şey oldu. Kız nedense gelecek kaygıları üzerine konuşurken, "İkimiz de aradığımızı bulamayacağız sanırım, böyle giderse evde kalacağız canım" dedi. Çocuk gülümsedi sadece. Telefondaki ses tonu üzerinden kızın ciddiliğini anlaması zordu. Yüzyüze görüşmeleri bu yüzden daha çok seviyordu. Kız daha sonra, "Neyse ya, evde kalırsak aynı binadan iki farklı ev alırız. Sen bir katta, ben bir katta takılırız öyle. Ben sana yemek yaparım" demişti. Şakaya şakayla karşılık verme adına, oğlan gaza geldi, "Ne gerek var ya iki eve, aynı evde kalırız birilerini bulana kadar" deyivermişti. Bunu söylerken tedirgin olmadı değil. Bunca samimiyete rağmen kız bu sözüne kızabilirdi onun. Ne söyledim ulan ben! tedirginiliği kızın kahkalarıyla yerini sakinliğe bırakmıştı. Bu teklif kızın hoşuna gitmişti. Böylesi daha iyiydi. "İkimiz de böyle gidersek evde kalacağız canım" diye tekrar etti cümlesini. "Neyse, artık dediğin gibi aynı evde kalır, sonsuza dek yaşarız öyle.." demişti..

Esas oğlan bir öğrenci evinde, kız ise yurtta kalmaktaydı. Yapılan bazı msn görüşmelerinde, kız yurdunun atmosferini merak ettiğini söylüyordu çocuk. Kız ise ısrarla diğer arkadaşlarını videoda göstermek istemiyordu. "Ben sana yeterim canım ehehe" gibi şakalar yapıyordu. "Buradaki kızlar sana göre değil, ben sana hanım hanımcık bir kız bulacağım vakti gelince" deyip geçiştiriyordu esas oğlanın bu isteklerini. Çocuğun bir arkadaşı bu olayı duyduğunda, kızın çocuğu kıskandığını söylemişti. Çocuk, "Yok artık daha neler" diye tepki göstermişti bu yoruma.

Zaman ilerliyor, kızın garip istekleri ve davranışları artıyordu. Çocuk ısrarla yanlış yorumlamak istemiyordu yaşananları. Kız fotoğraflar yolluyordu çocuğa ve bunları çocuğun msn space'ine koymasını istiyordu. "Yahu ben bunları oraya koyunca ne olacak ki?" diye sormuştu çocuk. Kız ısrarlıydı ama. Çocuk kıramamıştı. Zaten onu kırmak bu hayatta yapacağı en son şeydi. Çocuk kızın fotoğraflarını msn space'ine koymuştu. Bunları böyle atmıştı ama altına ne yazacaktı, ya da bir şey yazmalı mıydı? Kıza bunu sordu. Kız ise cevap olarak, "Aşkım, hayatım, her şeyim" yazmasını istemişti. Her bir fotoğrafın altına bu yazılacaktı. Emir gibi algıladı çocuk bunu. O ana kadar başka bir şey düşünmemişti. Saf mıydı neydi? Fotoğrafları görenler ise doğal olarak garipsemişti durumu. Çocuğa soruyorlardı durumu, aramızda bir şey yok diyordu ama kimse inanmıyordu ona. Haklı sayılırlardı elbette. Bir erkek bir kızın fotoğraflarını albümüne koyup altına aşkım yazıyorsa, ortada samanlığın seyran olduğu bir durum olduğunun göstergesiydi bu durum. Aradan geçen birkaç ay daha buna benzer olaylar yaşandı. Çocuk çevresindeki kızların ve erkeklerin gazıyla hafiften gönlünü kıza kaptırmaya başlamıştı. Artık onu ararken heyecanlanıyor, ismi zikredildiğinde yüzü kızarıyordu. Kız bunları görmüyordu ama... Kız ise çocuğu aramayı kesmişti bu dönemlerde. Daha çok çocuk arıyordu onu ve sürekli muhabbet açmaya çalışan hep çocuk oluyordu. Kız ise yuvarlak cümleler kuruyor, pek bir şey anlatmıyordu hayatına dair. Eleman elbette ki saftı, ve hiçbir şeyden şüphe etmemişti o zamanlar.


Bir gün bayram tatilini fırsat bilip, memleketin yollarını tuttu çocuk. Gece yolculuklarını seviyordu, bir de cam kenarına oturmayı. Yine böyle bir gece yolculuğu yapıyordu sevdiği cam kenarındaki koltukta. Susurluk'ta verilen molanın ardından, uykusu gelmiyordu bir türlü. Mp3 çalarını açtı ve tesadüf müdür bilinmez, Haluk Levent'in Deli Gönül şarkısı çalmaya başladı. Zaten melankolik bir ortam için fırsat kollayan hikayenin esas oğlanı, şarkı sözlerinin de gazına gelerek kıza açılmaya karar verdi. "Yeter artık deli günül feryat et. Bir bakarsın düşlerin gerçek olur..."

Kız da tatil nedeniyle memlekete gelir diye düşünmüştü eleman. Mesaj attı ona, görüşelim dedi. Kızdan hayli geç bir yanıt geldi. Sınavları nedeniyle bayram tatili yapamayacağını ve memlekete gitmeyeceğini söyemişti. Çocuğun içinde patlamıştı her şey. Ama illa ki öyle ya da böyle anlatacaktı her şeyi. Kararlıydı. Bayram günü nasıl olduysa msn'de gördü onu ve yapılacak en mantıksız şeyi yaparak, kıza msn'de açılacaktı. Hani her zaman yüzyüze konuşmayı tercih ederdi? Ne alakaydı? O an için gaza gelmişti ve kıza açıldı. Kız şaşırmış taklidi yapıyordu her bir cümlesinde. Oğlan bunu yememişti elbette. Daha sonra kız "şaka mı yapıyorsun?" diye sordu, "çok yakınız ya, belki ondan böyle düşünüyorsundur bak", gibi abuk sabuk laflar etti. Çocuk ise, duygularının kesin olduğunu ve ona aşık olduğunu, onu çok sevdiğini söyledi. Hanidir böyle olduğunu anlattı ona uzun uzun. Kız kafasının çok karıştığını söyledi. Ve süre istedi ondan. Süre istediğine göre, kız bana dirseğini gösterecek diye düşündü çocuk. Ama bunca yıllık muhabbet ne olacaktı? İşte en önemli soruydu bu. İki gün sonra yine msn'de karşılaştılar. Çocuk kızdan cevap bekliyordu ama o sanki ısrarla bir şeyler yazmıyordu. Eleman daha fazla dayanamadı ve kıza cevabını sordu. Olumsuzdu cevap. Hatta kız daha da ileri giderek bundan sonra görüşmemeleri gerektiğini söylemişti. Çocuk şaşırdı. Bu olay üzerine konuşmadan, bunca yıllık geçmişi çöpe atan bu cümleye takılıp kalmıştı. Sokaktaki herhangi bir adam gibi davranıyordu kız ona! Son sözlerin bu mudur? diye sordu çocuk. Kız evet dediğinde ise, sadece "mutlu ol!" minvalinden bir laf edebildi çocuk ve kapattı konuşma penceresini. Çok şaşırmıştı. Onu arayıp neden böyle düşündüğünü sormak istedi, vazgeçti. Kendine gelmesi uzun sürmüştü. Çevresindeki herkes kızı ona soruyordu. Herkes onları birbirine yakıştırırken, çocuk artık bir daha hiç görüşmeyeceklerini ve aralarında geçen son olayı nasıl anlatabilirdi onlara ? İnsanlara, sadece onu birkaç haftadır göremediğini söyleyip geçiştiriyordu konuyu.

Aradan 2 yıl geçmişti. Bu süreçte çocuk onu unutmak için birilerine tutunmaya çalıştı. Bunu da yüzüne gözüne bulaştırdı. Sürekli dertleştiği kişiyi kaybetmekle kalmamış, belki de onu çok kırmıştı. Ama kız da onu kırmıştı. Yaptığı şeyler başka nasıl yorumlanabilirdi ki? Çocuk daha fazla dayanamadı ve bu olayı samimi olduğu kişilere anlattı. İnsanlar ona hak veriyordu. Böyle davranması doğaldı, herkes böyle yorumlardı zaten olayı. Bu sözler onu bir nebze olsun rahatlatıyordu.

Ne zaman memleketine gitse, kızı görmemek için türlü taklalar atıyordu. Onun kullandığı yol güzergahlarını tercih etmiyordu misal, gittiği kafelerin önünden dahi geçmiyordu. Lisedekilerin iftar davetlerine yahut herhangi bir eğlencesine gitmeden önce gelmesi muhtemel kişileri soruyor, onun adını duymayınca gönül rahatlığıyla katılıyordu bu davetlere. Uzun bir süre onu görmemişti. Mutluydu. Her şey normale dönüyordu. Askere gitmiş gelmişti çocuk. Bir arkadaş ortamında konu nasıl olduysa kıza gelmişti. Bir arkadaşı kızı gördüğünü ve nerede çalıştığını öğrendiğini söylemişti. Bunu duyduğu iyi olmuştu çocuğun. O mekanın önünden geçmemeyi tercih edecekti. Daha sonra kızın nişanlandığını hatta sonbaharda evlenme planları yaptığını duydu. Umursamadığını söyledi çocuk gülerek. Unutmuştu zira onu. Aradan çok kişi geçmişti hatta. Geriye dönmenin manası yoktu ama hala içi içini yiyordu çocuğun bir hususta. Neden böyle davranmıştı ona? Böyle bir muameleyi hak etmiş miydi? Süper giden bir dostluğu bozan kişi kızdı aslında. Çocuğun aklına gelmemesi gereken şeyi sokan o idi. Neden böyle yapmıştı? Sorular sorular...

Ve kızın söylediği söz kulaklarında çınladı, "İkimiz de böyle gidersek evde kalacağız canım. Neyse, artık dediğin gibi aynı evde kalır, sonsuza dek yaşarız öyle.." Çocuk tebessüm etti kızın bu lafını hatırladığında. İnsanlar garip diye düşündü, telefonunun kulaklığını kulaklarından çıkardı ve rahat bir uykuya daldı.
Read More

Dayağa dördüncü



Dayağa dördüncü olarak gelen abinin, "Ulan işim gücüm var, sizin istediğiniz şeye bak ama neyse hadi sevaptır" dercesine yaptığı hareket ve dayağa dördüncü olarak hadiseye girmesi. Beni benden alan, Türk televziyon tarihinin gelmiş geçmiş en iyi dizisidir Kaygısızlar. Ne o, zorunuza mı gitti? Asmalı Konak'tır falan mı deseydik yani (heheh).
Read More

Günün Fotoğrafı


Read More

Haybeden Gerçeküstü Lakırtılar #16

Fethi Paşa Korusu by Özlem Uluğ

* Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu" Napoleon Bonaparte

* Liseden bir kız arkadaşımın ablasının feysbuk profilini gördüm. Ortak arkadaşımızın bol olması hasebiyle, feysbuk, "bak bunu tanıyor olabilirsin" diye gözüme gözüme soktu ısrarla. Herhangi bir mesaj atmadan, sadece ekleme talebinde bulundum. Daha sonra pişman oldum. Apaçilik yapmıştım. Birkaç gün sonra kızın beni listesine eklediğini fark ettim. Merhaba diye başlayan, klasik bir mesaj atayım dedim, sonra vazgeçtim. Bunu herkes yapıyor zaten. Ertesi gün kendisini gördüm. Aynı kaldırım üzerinde, farklı yönlere doğru gidiyorduk. Etrafındaki arkadaşlarıyla hararetli bir tartışma içerisindeymiş gibi görünüyordu. Göz göze gelmeyi bekledim. O malum anı denk getiremedik. Bir daha görebilir miyim, bilmiyorum. Belki o zaman gözlerimiz temas kurabilseydi, her şey farklı olabilirdi. Buna inandım. Önümüzdeki maçlara bakacağız artık.

* "El Burrito ile çapkınlık dersleri" diye bir bölüm fikri vardı kafamda bir aralar. Sadece geyik amaçlıydı. Yoksa öyle bir iddiam yok. Çapkın biri olarak görülmek istemem. Bazen bana bu tarz yakıştırmalar yapıldığı olmuştur. Bu da beni rahatsız etmiştir. Aklıma bu geldi. Bölüm fikrinde de vazgeçtim ondan. (Ne kadar çok şeyden vazgeçiyorum yahu)

* Askerlik hizmetimi bitireli tam 1 ay oldu. 17 Mayıs günü çıkmıştık nizamiyeden. Darısı şu an askerde olan arkadaşların başına.


*Bir iş ilanı; "25 yaşın altında, Üniversitenin ilgili bölümlerinden mezun, en az 5 yıl iş tecrübesi olan, erkek adaylar için askerliğini yapmış, çalışma arkadaşları arıyoruz"

- Merhaba, ismim el burrito. Üniversitenin ilgili bölümünü bitirmem 5 yıl sürdü. Üstüne gittim bir de Marmara Üniversitesi'nde formasyon eğitimi aldım. O bitince de askere gittim geldim. 25 yaşındayım, 5 yıllık tecrübeyi nereye sokacağım bulamadım ama! Uyar mı size?.. diye mail atmak istiyorum bu firmaya. Hatta durun, atayım hemen aklımdayken.

* Müzik tercihlerinden bahsederken insanlar, "Ben Rock'çıyım, Rap'çiyim vs." yahut Pop dinliyorum, alternatif ya da.. gibi cümleler kuruyorlar. Peki hoşuna giden herhangi bir parçayı, tür ayırt etmeksizin dinleyenler için bir terim var mıdır? O geldi şimdi aklıma. Varsa, söyleyin lütfen. Cahil kalmayayım.

* "Ezik" kelimesi futbolda son yıllarda neden bu kadar çok yaygın kullanılan bir kelime oldu anlamış değilim. Taraftar forumlarında herkes rakibini "ezik" kelimesiyle tanımlıyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, bir kulüp başkanı da makamını unutup saçmalayarak, bu "ezikler" çılgınlığına kaptırıyor kendisini. Neden bu kelimeyi kullandığını hepiniz biliyorsunuz. Hatırlatmaya gerek yok. Ezik dediği takıma hizmet etmiş futbolcuları dönem dönem transfer ettiğini unutuyor ama nedense... Herkes kendi gibi olmayanı ezik olarak görüyor. Herkes ezik. Şenes Erzik..Peki kim değil?

* Askere gitmeden önce biri bana gelip, "Bir gün gelecek, Emret Komutanım dizisini izleyeceksin" dese, ona "hadi lan oradan!" derdim. Ama heyhat! Bazen televizyonda bu diziye denk geliyorum ve izliyorum değerli okur. Acep askerden yeni geldiğim için mi oluyor bu?. Bilemiyorum.


* Bloglarla ilgili düşündüklerimin çoğu, benden önce davranan abiler ve arkadaşlar tarafından gerçekleştirildi. Herkesin benim gibi üşengeç olmadığını görmek sevindirici.


* İnsanlar üçe ayrılır; sayı saymasını bilenler ve bilmeyenler. (İsmet Berkan'ın bu isimde bir kitabı var)

Read More

Eminem - We Made You



Eminem - We Made You
Yükleyen Eminem. - See the latest featured music videos.


***

Eminem'in espri anlayışını genelde sevmişimdir. Bu son klibinde de yine pek çok ünlüyle dalga geçmiş. Haklılık payı fazla. Şarkıyı ilk etapta sevemeyebilirsiniz ama dinledikçe hoş bir tınısı olduğunu ve sözlerinin de gayet eğlenceli olduğu fark edeceksiniz.

Read More

Geliyorlar gidiyorlar

Bu adamın ismini yazmak ne zor iş imiş. Gordon Schildenfeld büyük umutlarla olmasa da, ortalama bir beklentiyle Beşiktaş kulübü tarafından transfer edilmişti. Geldiğinde Beşiktaş taraftarı,spor basını ve bazı yöneticiler onu havlimanında karşılamıştı. Bekleneni veremeyen oyuncu, geçtiğimiz sezon Alman takımı Duisburg'a kiralanmıştı. Bugün ajanslara düşen haberde ise Beşiktaş kulübü alacaklarına karşılık oyuncunun bonservisinin verildiğini bildirmiş.

Gordon'un Beşiktaş'a bir katkısı oldu mu? Hayır.. Maddi zararı oldu üstüne. Peki çok daha az paraya Gordon'la aynı mevkide oynayan bir Türk oyuncu alınamaz mıydı? Elbette alınırdı. Yahut altyapıdan bir oyuncu da değerlendirilebilirdi (gerçi bu en son düşünülen tercih oluyor genelde). Aynı şey diğer takımlar için de geçerli. Öyleyse neden Gordon gibi oyuncular ısrarla tercih ediliyor? Tekrar tekrar aynı hataya neden düşülüyor?

Bu tarz oyuncular geliyorlar, gidiyorlar.. Paralar sokağa atılmaya devam ediliyor. Ders alan hiç yok ne yazık ki. Harcanan paralar alt yapıya gitse, yahut başka bir yatırım yapılsa daha hoş olur oysa. Lakin, "illa ki yabancı kontejanımızı sonuna kadar kullanacağız", anlayışı devam etmekte. Kulüplerimizin transfer politikaları tam anlamıyla fiyasko. Her sene aynı hataların yapılması, paraların sürekli sokağa atılması ise trajikomik olsa gerek.

Bu arada, Beşiktaş'ın Uğur İnceman transferinin taksitlerini ödemediğini duymuştum bir ara, diye yazacaktım geçenlerde, unutmuştum. Aklıma gelmişken, şimdi yazayım. Garip bir haberdir bu da.

Tüm bunların ışığında aklına geliyor, sormadan edemiyor insan.. Uefa kriterleri vardı bir ara, ne oldu onlara?
Read More

Erken değil mi hafız?

"Kontratımın bittiği 2013 yılında 33 yaşında olacağım,
ve daha devam eder miyim, bilmiyorum..."

Steven Gerrard sanki hiç yaşlanmayacak, hatta futbolu hiç bırakmayacakmış gibi gelmiştir çoğu zaman. Bu açıklamasını okuyunca biraz garip oldum açıkçası. Gerrard'ın fiziğinde ve kalitesindeki futbolcular için 33 yaş biraz erken gibi sanki. En az 38'ine kadar Liverpool forması ve kaptanlığı yakışır sana Stevie..

Gerrard'la ilgili fotoğraf araştırırken, karşıma şu yukarıdaki foto çıktı. Bir yerden hatırlıyorum bunu dedim. Fotoğrafın adresine bakınca, bir ara bu fotoğrafı blogda kullandığımı fark ettim. Bu da ilginç oldu.
Read More

Aykut Kocaman

Resmi açıklama geldi nihayet. Yarın kulüp binasında tören varmış. Mehmet Topuz'u falan geçelim de, bugünün en güzel haberi bu işte. İnşallah bu birliktelik uzun yıllar sürer.
Read More

Hızlı başladın sanki dostum?

" Seyircilerin beni yuhalamasından hoşlanıyorum.
Gözlerindeki nefreti görmeyi, kötü sözlerini duymayı seviyorum"
Barça'yı antipatik bulduğumu blogu uzun süredir takip edenler bilir. United'da pek sevdiğim bir takım değildir. Avrupa'da tuttuğum takım Liverpool'dur (bunu da eski okurlar bilir). Liverpool'a olan sevgimden ve United'a olan sevgisizliğimden (nasıl bir tabirse artık) midir bilmem; bir türlü kanım ısınmamıştı bu Ronaldo'ya. Büyük topçudur, tamam eyvallah ama hareketleri ve demeçleri gıcık ediyordu. Şimdi bu adam Real'e gitti. Dünyanın en büyük takımı diye tanımlanan Real'de, bu adam pek rahat durmayacaktır herhalde. Ama artık sevmediğim takımlardan birinde değil. Burası mühim benim için. Real'i Barça'ya oranla daha çok sevmekteyim. Sempatik bir kulüp bence Real Madrid. Geçenlerde bir sohbet esnasında, belki Ronaldo'yu Real'de sevebilirim, demiştim. Şu an için nötr'üm Ronaldo'ya karşı. Şu yukarıdaki açıklaması eskiden olsa rahatsız ederdi beni ama şimdilik gıcık edici bulduğumu söyleyemem. Ama yine de, bu işin ilmini okuyanlar, hastalıklı bir ruh halinin tezahürü şeklinde yorumlayacaktırlar belki de bu açıklamaları. Neyse detaylı yorumları işin uzmanlarına bırakmalı.
Read More

Güle güle Lugano!

Bazı futbolcular vardır; oynadığı futbol ve savaşçı yapısıyla taraftarın gönlünde apayrı yerleri vardır onların. Ama aynı zamanda bu futbolcular, rakip tribünlerin en antipatik bulduğu isimlerin başında gelir. Peki bu durumu, o futbolcunun oynadığı takımın taraftarları önemser mi? Elbette ki hayır. İşte Lugano bu tarz bir topçuydu. Ve bizler de rakiplerin Lugano hakkındaki yorumlarını pek ciddiye almıyorduk açıkçası. Savaşçıydı Diego, sonuna kadar mücadele ediyordu sahada. Hırçınlığı yüzünden takımın başını yaktığı zamanlar da oldu ama tribünlerin her daim sevgilisi oldu. Ondan önce bir Luciano vardı böylesine sevilen. Gönül isterdi ki ikisini aynı dönemlerde görelim o kutsal forma altında ama nasip değilmiş. Luciano Brezilya'da malum ve sözleşmesi biten Lugano'da öyle görünüyor ki İtalya'ya doğru yol alacak. Oyuncu daha fazla kalmak istemiyorsa, yapılacak bir şey yok elbette. Normalde başka bir isim olsa bu durumda, gitmek istiyorsa gitsin der, fazla takılıp kalmam ama mevzu bahis Lugano gibi bir isim olunca, insan ister istemez duygusallaşıyor. Lugano gibi tabir-i caizse "psikopat" ruhlu topçuların sayısı gitgide azalmakta. Bilhassa Fenerbahçe takımında Lugano'nun gidişiyle böyle bir oyuncu kalmadı gibi. Açık konuşmak gerekirse çok özleyeceğim Lugano'yu. "Keşke"li cümleler kurmayı pek sevmem ama "keşke kalsan be Lugano!" diyorum. Senin gibi adamlara çok ihtiyacımız var zira... Yaptığın hizmetler ve gösterdiğin mücadeleci futbol anlayışı için teşekkürler.. Güle güle Lugano. Yolun açık olsun...
***
Bu arada bir önceki Mehmet Topuz transferiyle alakalı gelen yorumlar ve mailler için bir şeyler yazayım. Öncelikle Mehmet Topuz bu forma altında başarılı olabilir. Yetenekleri olan bir topçudur. Bunlara lafım yok ama bazı okurlar beni yanlış anlamışlar sanırım. Fenerbahçe forması giyen bir topçuya buradan lanetler yağdıracak halim yok. Umarım bu transfer hayırlı olur ve Topuz, Fenerbahçe'ye faydalı olur. Benim orada değinmek istediğim konu başkaydı. Mehmet Topuz'un kişiliği ve Fenerbahçe yönetimin transfer yaklaşımınaydı benim eleştirilerim. Daha doğrusu transfer hikayesinde adı geçen her ismeydi tepkilerim. Bunu belirteyim bir kez daha. Bu yüzden içime sinmedi bu transfer. O yazıda kullandığım fotoğrafı da eleştirmiştim ama buradaki eleştirim, Başkanımızıno fotoğrafta araç kullanıyor gözükmesinden ziyade, bu transfer meselesine yaklaşımıydı. O görüntü bence hoş değildi. Bir kulüp başkanına yakışmıyordu. Haa, o kareyi beğenen ve Aziz Yıldırım'a sevgisi ve saygısı artan Fenerbahçeliler de olmuştur belki. Bu da onların takdiridir. Bana göre nahoş bir görüntüydü. Aykut Kocaman'ın ya da başka bir yöneticinin transferle ilgileniyor görünmesini isterdim. Aziz Yıldırım'ı bilen biriyim. Kolay kolay pes etmez, inatçıdır ve Aykut Kocaman'ı sportif direktör yapsa da, gider işini kendi halleder...bunların ben de farkındayım ama yine de hani o sürekli övülen "kurumsallaşma" meseleleri nerede o zaman? Daha öncede de dediğim gibi; bu ne perhiz derler adama... Son olarak, Aziz Yıldırım'ın bugün staddaki imza törenindeki tavırları ve konuşmasını beğendiğimi söyleyeyim. Her zaman eleştiriyor gibi görünüyoruz. Güzelliklerden de bahsetmek gerek bazen.
Read More

Hepinize bol Tarık Daşgün'lü günler dilerim!

Bu kare bana Tarık Daşgün transferini hatırlattı...kaçırıyormuşcasına..

Beni, Antu'nun hangi içerikte görseller hazırladığından çok, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün yaptıkları ilgilendirir. Bu bağlamda, Antu'nun görselleri üzerine yazı yazmamı bekleyen bazı okurlarımıza toptan cevap vermiş olayım. Gelelim esas meseleye. Aslında bakarsanız, Mehmet Topuz transferi üzerine yazmak istemiyorum daha fazla. En son aldığım duyumlar (gerçek olmamalarını dilerim ) midemi daha çok bulandırdı çünkü. Yine de olayın Fenerbahçe taraftarına bakan yönü üzerine üç beş kelam edesim var. Bu son transfer hikayesi sayesinde öğrendik ki, her şey eski tas eski hamam modunda devam ediyor Fenerbahçe'de (ne yazık ki). Ayrıca kurumsallaştığı iddia edilen bir kulübün başkanını görüyorsunuz yukarıdaki karede. Sportif direktör olarak Aykut Kocaman'ı göreve getiriyorsunuz. Buraya kadar her şey çok güzel, öte yandan yukarıdaki görüntüyü sergiliyorsunuz. Bu ne perhiz derler adama... Ve tüm bunların ışığında bakıyoruz ki, Fenerbahçe taraftarının bir bölümü bu olayı sanki kazanılmış bir şampiyonluk gibi algılamışcasına hareket ediyor. Üzerinde Mehmet Topuz'un fotoğrafının olduğu bir kupa eksik bu görüntüde sadece. Benim haddime midir Fenerbahçe taraftarı hakkında ahkam kesmek? Aslında kendimde bunu görmüyorum ama yine de değinmeden edemiyorum. Bu kadar basit mi her şey? Mehmet Topuz için artık Fenerbahçe'nin oyuncusudur diyebiliriz herhalde. Son anda bir mani çıkmazsa, bu işlem tamamdır. Bu transferde sizleri rahatsız eden hiçbir şey yok mu değerli Fenerbahçeliler? Mehmet Topuz'un ve Yıldırım Demirören'in söylemleri, üstüne medyaya yansıyan diğer kişilerin demeçleri.. Neresinden bakarsak bakalım iğrenç bir görüntü bu. Sanırım yine birileri tarafından "eski kafalı" olarak eleştirileceğim ve yine bana endüstriyel futbolun gerçeklerini anlatacaklar. Futbol endüstrisi büyüdükçe, benim gibi bazı değerlere önem veren (ya da eski kafa diyorlar madem öyle diyeyim ben de) eski kafa taraftar sayısı giderek azalacak galiba. Ve yine sanırım, benim esas yapmam gereken, nasıl taktık ama eziklere! içerikli iletiler yazmak falan olmalı. Neyse, bitirelim bu yazıyı da burada ve unutmadan; hepinize bol Tarık Daşgün'lü günler dilerim değerli Fenerbahçeliler.

Read More

Hey gidi!

foto: M.Oktay Özen
Fenerbahçe Stadı - Numaralı önü
Read More

Gelirse Fenercell'den mesaj var!

"Daum onu Fenerbahçe'ye mi getiriyor"

Bild böyle atmış başlığı. Bild yazınca Türk spor medyası elbette daha bir gaza gelerek duyuruyor bu tip haberleri. Hatta haberlerin altına bir de not iliştiriyorlar, "Bild güvenilir bir gazetedir, diğerlerine benzemez. Hem zaten Daum transferini de ilk onlar duyurmuştu", gibi.

Daum oyuncuyu istiyor olabilir. Bayern onu satmak istiyor olabilir ama 32 yaşındaki Luca Toni Türkiye'ye gelmek ister mi? Ben pek ihtimal vermiyorum. Şayet Bayern'den ayrılırsa, memleketinin yolunu tutar gibi geliyor.Gelirse, Güiza ile birlikte forvette gol kaçırma yarışması yapabilirler..

Öte yandan, Luca Toni ülkemize gelecek olursa, haberi önce Fenercell kullanıcılarından alırız artık. Son aldığımız duyumlara göre, bu tip haberler önce Fenercell kullanıcılarına gidiyormuş. Ne denir ki? Güzel bir pazarlama stratejisi.
Read More

Riquelme - Tevez

Fotoşop musunuz be birader?

* foto için Rasim'e teşekkürler...
Read More

Sinema Dünyasından Haberler


* The Spirit'in, Eva Mendes'li "Forza Eva" dedirtiyor yahu.

* Clint Eastwood, Human Factor olarak duyurduğu Nelson Mandela temalı yeni filminin adını Invictus olarak değiştirdiğini açıkladı. Aralık ayında gösterime girecek filmden ilk kareler de yayınlandı.

* Sam Worthington'un başrolünde yer aldığı yeniden çevrim Clash of the Titans'tan ilk kareler yayınlandı. Filmde Worthington Perseus'u canlandırırken, Bond kadrosundan Gemma Arterton Io, Mads Mikkelsen de Draco karakterlerine hayat verecekler. Jason Flemyng'in Acrisius'u, Alexa Davalos'un Andromeda'yı canlandırdığı filmde, orijinalinde Laurence Olivier'in oynadığı Zeus rolünü Liam Neeson, yeraltı tanrısı Hades'i ise Ralph Fiennes oynayacak. Filmin yönetmeni The Incredible Hulk'tan tanıdığımız Louis Leterrier.

* Sam Raimi 4. Spider-man filminde kadroyu bozmak istemediğini ve reji koltuğuna yeniden oturacağını açıkladı. Filmin senaryosunu yazan isim ise, Zodiac'ın senaryosunu da kaleme alan James Vanderbilt.

* Dreamworks Animation'dan senarist David H.Steinberg, 2012'de izleyebileceğimiz yeni animasyon harikası Puss in Boots hakkında bir takım ipuçları verdi. Steinsberg, filmin gösteriminin Shrek'in 4. filmiyle çakışmayacağını belirtirken, seyircinin sempatisini kazanmış yıldızların da kadroya eklenebileceğinin sinyallerini verdi. Filmde başkarakteri tıpkı Shrek serisinde olduğu gibi Antonio Banderas seslendirecek.

* Terminatör 5 bugünün Londra'sında geçebilir(miş).

* Audrey Tautou’yla hayat bulan, moda dünyasının fenomeni Gabrielle "Coco" Chanel’in gerçek yaşam hikayesinin anlatıldığı ve Nisan ayında Fransa'da gösterime giren "Coco Before Chanel" yakında Türkiye'de de gösterime girecek!

kaynak: bilimum sinema siteleri..
Read More

Acaba nedir nedir?

Ver coşkuyu kolonlara, ver coşkuyu...
Read More

Futbol


Üzerinde futbol oynanan her toprak, şehir olmaya değerdir.. (el burrito)
Read More

Coldplay - Violet Hill

Read More